Bahçecilik

Bahçecilik

Balkonda, terasta, toprağa eriştiğimiz her yerde yapabileceğimiz çoklu faydası olan ve sürdürülebilir yaşama doğru atacağımız en önemli ilk adımdır.

Farklı amaçlar için bahçecilik yapılabilir:

  • Doğal gıda üretimi
  • Tıbbi aromatik bitkiler yetiştirme, şifalanma
  • Görsel güzellik, huzur için
  • Bitkileri ve doğal yaşamı gözlemlemek için
  • İnsanlarla birlikte geçirilecek keyifli ve doğal bir alan için
  • Aktivite – ruhsal, fiziksel sağlık için.

 

Bahçeler insanlara farklı hisler verebilir; bazıları enerji doludur, bazıları sakin. Bahçe görünümü geleneksel veya modern olabilir. Bahçeler ilham verebilir. Çok veya az iş gerektiren bahçeler olabilir.

Bahçecilik yapacağımız bir alan var, nereden nasıl başlamalı?

Balkonda, terasta veya beton üzerinde, küçük alanlarda da bahçecilik yapılabilir. Küçük alanlarda iş daha kolaydır ve tahmin edemeyeceğiniz kadar bereket te elde edebilirsiniz. Derin saksılar veya ahşaptan yapılmış sandıklar içinde bitki yetiştirebilir, organik mutfak atıklarınızı kompost gübreye dönüştürebilir ve bitkilerinizi bununla besleyebilirsiniz.

Bahçenin Olmazsa Olmazları

  • Canlı, bereketli toprak
  • Bereketi devam ettirmek için toprak besinleri/mineraller; özellikle kompost gübre,
    • Balkonda ufak kovalar içinde solucan çiftliği kurup mutfak organik atıklarını solucanlarla çok değerli kompost gübreye dönüştürebiliriz.
  • Su – su kaynağımız yoksa çatı suyu toplayabilir miyiz?
  • Tohum, fide, bitkiler…
  • Büyükçe bahçelerde
    • Alet edevat deposu
    • Sera – yüksek bitki yatakları üzerini naylonla örterek, az masraflı, ufak seralar da yapılabilir.
    • Fideleme alanı – serası
    • Kompost alanı
    • Tavuk evi – zengin kompost üretmek ve tavuğa faydalı görevler verebilmek için tavuk olmasında fayda vardır.
  • Olmasında fayda olanlar:
    • Çardak, dinlenme, sosyalleşme alanı
    • Basit, belki yarı açık mutfak – bahçe ürünlerinden pratik yemekler yapabilmek için
    • Tuvalet

Tasarım başında bahçe içinde yeralmasını istediğiniz tüm bileşenleri düşünün.

Başarılı bahçecilik için toprağı doğal olarak zengin tutabilmek gerekir. Bunun için de:

  • Toprağı ezmeyin, sıkıştırmayın.
  • Aynı yere sürekli aynı bitkileri ekmeyin, topraktan hep aynı mineralleri çekeceklerinden toprağı zayıflatır. Sıralı ekim yapabilirsiniz. Aşağıda anlatılan 4 bölümlü bahçe modeline bakın.
  • Kompost, solucan gübre kullanın.
  • Mineral, besin desteği verin: kalsit, dolomit, malç, kül, kaya tozları, kemik tozu…
  • Faydalı organizmalar desteği: EM (efektif mikroorganizma) sıvı gübresi gibi
  • Toprağı aşırı güneş ve sıcaktan koruyun: yer örtücüler, malç, kartonla
  • Bitki kardeşliğini kullanın.

2020, Çok Farklı Bir Yıl

2020: Her şeyin değiştiği yıl...

Permakültür çalışmalarına, doğada yaşamaya ve doğanın işleyişlerini anlamaya başladıktan sonra önceleri farketmediğim çok şeyi anlamaya da başladım.

İnsanların çoğu hayatının çoğunu yakın çevresinde, evinde/semtinde/şehrinde günlük koşturmalar içinde geçiriyor. Bireysel etkimiz yaptıklarımız/yapmadıklarımızla daha fazla bu yakın çevrede görülüyor olsa da; dünyanın geneline de az/çok etkimiz olabiliyor. Mesela kullandığımız fosil yakıtlı araçlarla havaya saldığımız sera gazları tek başımıza az olsa da milyarlarca insanın toplamında devasa boyutlara erişiyor ve küresel iklim değişikliğine yol açıyor.

2020 başında yedi buçuk milyara yaklaşan ve artamaya devam eden insanlık nüfusu, doğal/yaşam kaynakları kısıtlı olan dünyamız üzerinde gittikçe artan baskılara/gerilimlere, denge ve döngülerin hızla bozulmasına neden oluyor. Doğada artan gerilimin insan topluluklarına yansımaması mümkün değil. Dünyada her şey birbirine bağlı.

2019 yılı Belentepe Çiftliği çevresinde normal dışı, zor bir yıl oldu. Bahar erken geldi. Şubat’ta meyve ağaçları tomurcuklanmaya başladı, ama Mart ve Nisan’da don yaptı. Kiraz, vişne ve erik ağaçlarında büyük meyve kayıplarına neden oldu. Nisan öyle kurak geçti ki, bahçeleri elle sulamak zorunda kaldık. Haziran başında bir miktar yağış aldıktan sonra yağışlar kesildi ve Kasım sonuna kadar kayda değer, toprağın içlerine işleyen bir yağmur almadık. Haziran sonuna doğru yıllardır kullanmakta olduğumuz, 100 metre derindeki su kuyumuz kurudu. Civardaki yeraltı su kaynaklarında ciddi azalmalar oldu. Önceki yıllarda alışageldiğimiz gibi Temmuz’dan Ekim sonuna kadar aşırı sıcak ve bir kurak dönem yaşadık. Bahçelerimizi ve yeni dikilmiş ağaç fidanlarımızı yaşatabilmek için yoğun çaba gösterdik.

İklim değişikliğine karşı arazimizde yapabileceğimiz en etkili çalışma, tüm alanı ‘gıda ormanı’na döndürmektir. 2019 Kasım’ında gerçekleştirdiğimiz ‘Gıda Ormanı Atölyesi’ ile son boş kalmış alanları da bitkilerle buluşturduk. Toprak yüzeyi yonca (baklagil) otlarla kaplı. Yaz öncesi biçip, yatırıyoruz ve toprağı aşırı sıcaktan, su kaybından korumaya çalışıyoruz. Büyüyecek tepe ağaçlar da zamanla aşırı güneşi, sıcağı ve rüzgarı keserek araziyi, doğasını koruyacak. 

2019 yılı sonuna doğru Avustralya’da meydana gelen devasa yangın haberleri ile sarsıldık. Yaz boyunca 40 derecenin üzerinde sıcaklarla boğuşurken, Eylül’de başlayıp 4 ay boyunca dinmeden devam eden yüzlerce devasa yangın sonucunda 63 bin km2 alan yandı (Türkiye yüzölçümünün %8’i). Yerel canlı hayatında devasa ölümler oldu. Bu yangınlardan dolayı havaya 400 milyon ton CO2 salındı – yıllık salımlarının üçte ikisi kadar.  (Geçen yıl Avustralya CO2 salımı toplamı 530 milyon tondu; toplam küresel salımın %1.3’ü).

Yereldeki gözlemlerim üzerine, bir de Avustralya’daki bu devasa yangınlar da gelince, iklim değişikliğinde bazı kritik eşiklerin aşıldığını düşündüm. Nitekim 2019-2020 kış aylarında pek kış, soğuklar yaşamadık ve kutup bölgelerinde sıcaklık rekorları kırıldı. Doğada bu normal dışı gelişmeler yaşanırken, insanlar normal hayatlarına devam ediyor ve hala insanlığın çoğu küresel gidişatı farketmiyor, önemsemiyordu.

İnsanoğlu, teknolojisi ile kendini doğanın hakimi gibi hissedip, doğayı yoketmeye, denge ve döngülerini bozmaya devam ederken; kendinden çok daha büyük güçlerin mevcudiyetini görmüyor.

2019 sonunda Çin’in Wuhan eyaletinde önceden bilinmeyen bir virüs (korona virüsü) insanlara bulaşmaya başladı. Çıkış noktası yabani hayvanların satıldığı bir market- Çin’liler orman yaban hayvanları, köpek, kedi, yılan dahil türlü hayvan ve böcekleri yiyorlar. Bu yeni salgını duyduğumda, kurslarımda ‘Ormanlar’ konusunda anlattığım Afrika Tropik Yağmur Ormanları’ ve Ebola salgını aklıma geldi. Dünyada çok az insan eli değmemiş doğal orman kaldı ama bunları korumak yerine yoketmeye, içlerine doğru yayılmaya devam ediyoruz. Bu bölgelere yerleşenler orman içlerinden yakaladıkları canlıları öldürüp yemeye devam ediyor. Ebola salgını ile ilgili ünlü ‘Scientific American’ dergisinde yayınlanan bir makale şuna dikkat çekiyordu:

İklim değişikliğinden kaynaklanan normal dışı aşırı yağışlar veya kuraklık olduğu dönemlerde Ebola, salgın haline gelip yayılmaya başlıyor. .. ‘Bugüne kadar Ebola insanların seyrek olduğu bölgelerde başladığı için kontrol edilebildi. Ama insanlar gittikçe o doğal ormanların içine giriyorlar, bu potansiyel hastalıkla karşılaşma olasılığı gittikçe artıyor ve bir de eskiden orman, doğal alan olan yerlerde yoğun kasaba, kentlerde yaşıyorlar. Hastalığın bu yoğun yerlere yayılması an meselesi…’

Doğayı yokederken, denge ve döngülerini bozarken, doğanın tepki vermemesi mümkün mü? Hele ki Dünyanın küresel işleyişleri ve kendini regüle etme, koruma mekanizmaları da varken… Havaya artan oranda sera gazı salmaya devam edersek, sıcaklıklar da artmaya devam edecek ve bazı bölgelerde anormal kuraklıklar, yangınlar yaşanacak… Buzullar eriyecek, deniz su seviyeleri yükselecek. Normal dışı afetlerin sayısı ve şiddeti artacak. Ormanları yoketmeye devam edersek, orman içlerine girdikçe oralarda önceden karşılaşmadığımız hastalıklarla da illa ki karşılaşacağız, ve belki de bir tanesi çıkacak tüm küresel insanlık işleyişini tehdit edecek…

Korona virüsü hızla yayılıyor. Ülkeler salgını durdurabilmek için önlemler alıyor, şehirler, bölgeler karantinaya alınıyor. Sınırlar kapatılıyor. Küresel çapta belirsiz, kaotik bir döneme girildi. Ne çapta etkisi olacağını hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Ama bu süreçten dersler çıkarmamız çok önemli. Öncelikle mevcut küresel insanlık sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu farkedeceğiz. Domino etkisi gibi, her şey birbirini tetikliyor. Küresel ticaret yavaşlıyor, tedarik zincirleri tekliyor. Mevcut sisteme bağımlılığımız ne kadar fazla ise o kadar daha fazla etkileneceğiz. Yerelde kendi kendine yetebilen yaşama doğru dönüşün önemini farkedeceğiz.

 

Doğa ile Tasarıma Giriş

Doğa ile Tasarıma Giriş

Örüntüleri görebilen ve kendi yaşam tasarımlarında kullanabilenlerin yaşama ihtimalleri daha yüksek olacaktır; daha anlamlı, sağlıklı, keyifli, bereketli hayatlar sürebileceklerdir. Tarihsel örüntüleri gördüğümüzde bizleri zor günlerin beklediğini de farkedebiliriz. Zor zamanlar için tasarım yapalım ve iyisini umalım – her türlü doğru iş yapmış olacağız.

Önceliğimiz en temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak çözümler olmalı. Maslow insan ihtiyaç piramidine göre en temelde yiyecek, su, sıcaklık (barınak), dinlenme ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor, ki diğerleri bunların üzerine eklenebilsin.


Eğer içinde yaşadığımız sistem bu en temel ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalıyorsa, kendimiz, ailemiz, yakın çevremiz için bunların temini bizim sorumluluğumuzdur.
Halihazırda hem ülkemizde hem de dünyanın birçok yerinde insanların büyük çoğunluğu temiz ve sağlıklı gıdaya, temiz suya ve kafalarını sokacakları bir barınağa erişimde büyük zorluklar içinde. Olası küresel bir ekonomik ve/veya çevresel kriz mevcut durumu çok daha zorlaştıracaktır.

Tek başımıza bireysel olarak veya tercihan bir grup insan olarak kendi yaşamlarımızı daha dirençli, bereketli yapabilmek için bir yol haritasına, akılcı ve uygulanabilir bir tasarıma ihtiyacımız vardır.

Kendi doğal, temiz gıdamızı üretebilmekten, kırsalda kendi kendine yetebilen bir yaşam alanı kurmaya, mevcut yaşam alanlarını sürdürülebilir bir yaşam tarzına dönüştürmeye, bizlere temel yaşam kaynaklarımızı sunan doğamızı korumaya ve canlandırmaya kadar ölçeklenebilen bir tasarım metodolojisine sahip olmak kritik önemdedir. Doğanın işleyişini, örüntülerini, çözümlerini temel alan ve dünyamıza bütüncül bakabilen yeni bir tasarım anlayışı.

Doğal gıda üretimi seçeneklerine bir bakalım:

Kendi başımıza mümkün olabildiği kadar kendi gıdamızı doğal yöntemlerle üretme amacımız olsun. Sağlıklı yaşayabilmek için buna ihtiyacımız var zaten. Kendi gıdamızı üreten bahçemizin bereketli, başarılı olabilmesi için bahçenin tasarımını ele alalım.

Canlı sistemlerin temel kriterlerine bakalım:

  • Organizasyon örüntüsü
    Sistemin temel karakterini belirleyen ilişki ve bağlantıların bileşimi
  • Yapı
    Sistemin organizasyonel örüntüsü
  • Yaşam işleyişi
    Sistemin organizasyonel örüntüsünün devamı için aktiviteler

Tasarım 1: Doğal Gıda Temini Sistemi

Organizasyon örüntüsü

  • Sistemin temel karakteri: gıdamızı üretmeyi başarabilmek üzere ne tür ilişki ve bağlantılar kurabiliriz
    • Balkon, teras, ahşap bir sandık veya toprak olan her yerde gıda üretebiliriz. Ufak bir hacimde bile olsa kendi toprağımızı üretip, gıda veren bitkiler yetiştirebiliriz.
    • Grup olarak başka insanlarla birlikte bir toprak üzerinde gıda üretimi yapabiliriz.
    • Kırsalda doğal gıda üretenlerle ilişkiler kurup onların fazla gıda üretimlerine talip olabiliriz.
  • Yapı, organizasyon
    • Yukarıdakilerin her biri için ayrı yapısal tasarıma ihtiyaç var.
    • Balkonda bahçecilik bileşenleri: Saksı + canlı, zengin toprak + su + bitki
    • Kolektif olarak bir toprakta gıda üretimi bileşenleri: insanlar + toprak + su + bitki + hayvanlar + ekipman + hammadde…
  • İşleyiş
    • Olası tüm organik maddeleri geri dönüşümle kompost gübreye dönüştürme – burada solucan ve bakterilerden de faydalanma – böylece toprağın sürdürülebilir bereketi sağlanır.
    • Grup olarak çalışmalarda doğal gıda üretiminin sürdürülebilirliği için grup içinde çalışma/sorumluluk organizasyonu
    • Ekipman, hammadde temini organizasyonu

Organizasyon örüntüsünü çıkardıktan sonra sistem işleyiş şemasını çıkarabiliriz.

Temel ihtiyaçlar belirlendikten sonra bunların temini sağlanmalıdır. En temel ihtiyaçlar güneş ve sudur. Güneş almayan veya su olmayan bir alanda bitki yetiştirmek pek mümkün olmaz. Ama toprağın bereketinin devamı için gerekli diğer ihtiyaçların da temini gerekir. Bahçenin organik atıkları komposta dönüşerek önemli bir ihtiyacı karşılayabilir. Bahçe ve çevresindeki yapı çatılarından toplanacak yağmur suyu su ihtiyacını karşılayabilir.

Tasarım, ihtiyaçları en efektif karşılayacak şekilde yapılmalıdır.

Orman yangınları ve yokolan geleceğimiz

Orman yangınları ve yokolan geleceğimiz

20 Temmuz ve 20 Ağustos 2019 tarihleri arasında, yani son bir ay içinde Türkiye’20 Temmuz ve 20 Ağustos 2019 tarihleri arasında, yani son bir ay içinde Türkiye’de meydana gelen orman yangınlarında 1344 hektar, yani 1244 futbol sahası büyüklüğünde bir alan kül oldu. Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre Ocak’tan bu yana 1345 orman yangınında toplam 2987 hektar orman yandı. İstatistiklere göre ülkemizde her yıl meydana gelen 4000 yangında 10 bin hektar ormanlık alan zarar görüyor. Türkiye orman yangınlarında riskli ülkeler arasında. Aynı günlerde Brezilya’nın Amazon Ormanları’nda da devasa yangınlar meydana geldi. Ocak ile Ağustos ayları arasında Brezilya’da 74000 yangın meydana geldi ve tarihi rekorlar kırıldı. Yangınların çoğunun sebebi ormandan tarım ve otlak arazileri açmak üzere kundaklama. Globalforestwatch.org web sitesi küresel ve yerel ormanların değişimini takip ediyor; çok değerli bilgiler ve araçlar içeriyor. Bunlardan bir tanesi küresel orman yangınları uyarı sistemi. Son 24 saat içinde dünya çapında devam eden yangın bölgelerine bir bakın aşağıdaki haritada:

 

2019’un Haziran ve Temmuz aylarında küresel çapta sıcaklık rekorları kırıldı. Aşırı sıcak ve kurak geçen yaz aylarında haliyle orman yangınları da artıyor. Bir çırpıda yanan, yokolan ormanın yerine yenisinin oluşması çok uzun süreler alıyor. Küresel çapta ormanların durumunu merak ediyorsanız yine Global Forest Watch’da bulacaksınız.

 

2001 ile 2018 arasında küresel olarak 361 milyon hektarlık ağaçlık alan kaybedilmiş ? toplam küresel ormanlık alanın %9’u ediyor. İnsanoğlu kestiği, yokettiği ormanların yerine de 80.6 milyon hektarlık alanı ağaçlandırmış bu zaman süresinde; yokettiğinin dörtte biri bile etmiyor. Türkiye’ye gelince, 2001 ile 2018 arasında 461 kilohektar orman kaybedilmiş; toplamın %4.6’sı. 2001 ile 2012 arasında 178 kilohektar alanı da ağaçlandırmışız; kaybettiğimizin yarısından azı bu. Kişisel ve kısa süreli çıkarlar için ormanların katli ile doludur tarih sayfaları. Zaten insanlığın ilerlemesi, gelişmesi için doğanın katli vaciptir anlayışı hakim küresel olarak. “Ormanlık alanın %9’u kaybolmuşsa, %90’ından fazlası duruyor, sorun olmaz?? diyebilirsiniz. Ama sınırları ve kısıtlı kaynakları olan bir dünyada üstel artışla çoğalıp tüketmeye ilelebet devam edemezsiniz; bu davranış sürdürülemez ve nihayetinde çok büyük sorunlar, çöküşler yaşanır. Eğitimlerde anlattığım bakteri hikayesini burada paylaşmak isterim: Bir test tüpüne tek bir bakteri koyarsın. Bu tüp içinde bakterinin gelişmesi, çoğalması için gerekli besinler vardır. Bakteri dakikada bir çoğalmaya başlar ve 1 saat sonra test tüpü tamamen bakteri ile dolmuştur. Tüpte artık yiyecekleri gıda kalmaz ve topluca ölürler. Kursiyerlere sorarım: ‘Sizce kaçıncı dakikada tüpün yarısı bakteri ile doluydu? Akıllı birileri çıkar ve cevaplar: 59. dakikada. ‘Peki tüpün dörtte biri kaçıncı dakikada bakteri ile doluydu? Cevap: 58. dakika. Bakterilerden akıllı bir tanesi 58. dakikada diğerlerine dönüp sorsa: ‘Ya arkadaşlar bizim yapmakta olduğumuz davranışta bir yanlışlık var, böyle giderse 2 dakika sonra hepimiz öleceğiz.’ Diğer bakteriler ‘bu herif kafayı sıyırmış’ derler ve eklerler ‘ya oğlum baksana daha engin alanlar var çoğalabileceğimiz. Hala %75 boş. Sen bu saçmalıklarınla ortalığı karıştırma, bize bırak. Bak ne güzel yaşıyoruz. Kontrol bizde, merak etme sen.’ Tabi bakteriler böyle düşünecek zekaya sahip değiller? Tamam gelişmek için doğanın katli vacip demeye devam edelim, ama nereye kadar? Nerede duracağız? Durabilecek miyiz? Şu anda Türkiye’nin uzaydan çekilmiş bir fotoğrafına bakın ? hala çoğu alan doğal gibi; şehirlerden, endüstrilerden çok daha fazla doğal alan var. 100 yıl sonrasını hayal edelim; öyle gelişmişiz ki artık ülkenin çoğu alanı endüstrileşmiş, betonlaşmış. Uydu fotoğrafına bakınca doğal alanlar sadece ufak adacıklar gibi kalmış; hemen her yer beton ormanı. Bu mümkün mü? Ormanlar kendi yerelleri dışında küresel ve yaşamsal işleyişlerde çok önemli aktörlerdir. Dünyada yaşamın devamı için önemli ekosistem hizmetleri sunarlar. Karbonu depolarlar; insanoğlunun fosil yakıtları yakmaya başladığı 200 yıldan fazladır havaya fazladan salmakta olduğu karbonu da depolarlar. Toprak meydana getirirler, erozyonu önlerler, suyun hızını keserler, su depolarlar. Ormanlar yağmur meydana getirir. Ekosistemlerin en zengin, bereketli ve dirençli halleridir. Bizlere türlü ürünler sunarlar. Vatanın omurgası gibidirler. Ormanları kaybolan ülkelerde insanların yaşamları çok zorlaşır; güneyimize bakmanız yeterli: Suriye ve Irak’ın yüzölçümlerinin çok azı orman olarak kalmıştır; oysa eskiden buralar insanlık medeniyetinin doğduğu bereketli Mezopotamya idi. Biz gelişme yolunda ormanları, doğayı katlederken; bu davranışın eninde sonunda bize feci etkileri olacağını düşünmüyoruz. Tek bir insanın belki de pek zararı olmayabilir ama milyarlarca insan benzer şekilde davranınca küresel etkileri oluyor. İnsanlık olarak çok zor ve kritik bir noktadayız; eğer böyle gelmiş böyle gider düşünce ve davranışından vazgeçmezsek gelecek nesillere yaşanır bir dünya kalmayacak. Eğer en fazla 10 yıl içinde doğa ile ahenk içinde, sürdürülebilir bir yaşam tarzına küresel olarak dönüşemezsek; doğadaki değişimler insan kontrolünden çıkacak ve sıcaklık artışı önlenemeyecek; dünya cehenneme dönecek. Acı gerçek bu. Ama bu gerçeği kabullendikten sonra hepimizin üzerine görevler düşüyor. “Kıyamet kopsa bile, o zaman elinizde bir fidan bulunuyorsa ve onu dikmek için de bir engel yoksa derhal o fidanı dikin.? Bu hadis-i şerif bize yol gösteriyor. Başkasının yapıp yapmadıklarından mesul değilim. Ama elimden geleni yaptım diyebilmek isterim. Eğer artan sayıda insan elinden geleni yapmaya başlarsa kötü gidişatı dönüştürülebiliriz ve umut artabilir. Çoklu faydalar sağlayacak ormanlaştırma çalışmaları yürütmek bu açıdan çok kritik olacaktır.

Bilmeyen için İklim Değişikliği

Bilmeyen için İklim Değişikliği

A.B.D. halkının yarısı iklim değişikliğine inanmıyor. Dünyada ve ülkemizde de durumun farklı olduğunu sanmıyorum. İklim değişikliği var diyenlerin de çoğu neden kaynaklandığını bilmiyor veya bilse bile umursamıyor, bu çok büyük mesele konusunda herhangi bir şey yapmıyor. Neticede İklim değişikliğini araştıran az sayıda bilim insanı ve farkındalığı olan insan dışında pek önemseyen de yok.

Öncelikle ‘iklim değişikliği’ bir inanç meselesi değil; pozitif bilimle, ölçümle kanıtlanan bir gerçekleşen olay; ? Dünya genelinde uzun yılların ortalama sıcaklıklarında artış var. o 2018 Temmuz ayında tüm dünya çapında sıcaklık rekorları kırılıyor; İngiltere’de, Kanada’da 37 derece ile tarihin rekorları kırılıyor o İsveç’te aşırı sıcaklardan kuruyan meralar ve ormanlarda uzaydan rahatça izlenebilen devasa yangınlar çıktı. o Atina’da kırsal alanda başlayan yangınlar şehre ulaşınca 70’in üzerinde insan yanarak öldü. o Ülkemizin tüm bölgelerinde sıcaklıklarda artış var. o Örnek; 20 yıl önce Bursa’da yazları nadiren 30 derece üzerine çıkarken, bugünlerde yazları sıcaklıklar 30 derecenin altına düşmüyor. ? Bazı bölgeler gittikçe kuraklaşırken, bazı bölgeler de aşırı derecede yağış alıyor. o Tüm dünya çapında farklı bölgelerde anormal yağışlar, seller, toprak kaymaları yaşanıyor. o Ülkemiz genelinde bahar yağışlarında azalma var. Ama bazen yerel olarak aşırı yağışlarda sel ve toprak kaymaları yaşıyoruz. ? Afetlerde sayı ve şiddet olarak üstel artışlar var. o Hortumlar, kasırgalar, aşırı yağışlar, depremler, volkanik aktivite… hepsinde artışlar yaşanıyor. o Fırtına, kasırgalar devasa boyutlara ulaşıyor çok büyük zararlara neden oluyor.

Bunların hepsi gördüğümüz, ölçüm yaptığımız, arşivlediğimiz olaylar. Bilim insanları geçmişte kayıt altına alınanlarla karşılaştırıp farklılıkları bulur. İklimlerde bazen anormal durumlar meydana gelebilir, geçmiş verilere bakınca bu anormal durumların sıklığı da görülebilir. 50 yılda, 100 yılda bir meydana gelebilecek büyük fırtına veya yağışlar işte böyle anormal durumlardır, geçmişte olmuştur ama nadiren. Şimdilerde bu tür anormal olaylar aynı bölgelerde hemen her yıl yaşanmaya başladı – ölçümlerle bu değişimi gözlemliyoruz.

Kırsalda, doğa içinde yaşayan herkes bir değişim içinde olduğumuzun farkında; 10-15 yıl öncesiyle karşılaştırınca şimdilerde çok garip şeyler oluyor. Anormal yağışlar, dolu, hortumlar yanında aniden bastıran aşırı sıcaklar…

İklim değişikliği bir gerçek, bu değişim dünya çapında şu anda artan bir hızda ilerlemekte – yani daha kısa sürede daha fazla, ciddi etkilerini göreceğiz. Rus ruleti gibi, ne zaman kime nasıl vuracağını bilmediğimiz fekaletler zincirleri gelmeye devam edecek.

Hıristiyan bir ülkede afet olunca, ‘oh olsun’ diyebilen vicdansız, cahil insan; bugün orada masum bebeler, insanlar can verirken, bize vurduğunda onlar da bize ‘oh olsun’ mu desinler? Farkında mısınız hepimiz aynı gemideyiz (aynı ve tek bir dünya üzerinde aynı havayı soluyoruz, aynı sudan içiyoruz…); yangın var, birbirimizle didişmek sadece hepimize felaket getirir; oysa birlikte yangını söndürmeye çaba göstermeliyiz!

İklim Değişikliğinin Sebebi Ne?

Biz insanlarız.

Temel yaşam kaynaklarımızı (temiz hava, temiz su, temiz toprak, temiz gıda gibi) sağlayan doğanın, dünyamızın sınırları var. Sınırlı temiz su, sınırlı orman, sınırlı toprak gibi. İnsanlık olarak nüfusumuz hızla artarken, sınırlı doğal kaynakları da hızla tüketmeye devam ediyoruz – bu durum sürdürülemez çünkü önce doğanın denge ve döngüleri bozulmaya başlar, bozalan dengeler nedeniyle normal dışı afetler hız kazanır. Sonra yereldeki doğal ekosistemler hastalanır, bozulur, canlı türleri ya yokolur, ya da göçebilenler göçer ve ekosistemler çökmeye başlar – bu domino etkisi gibi çoğalır ve en nihayetinde bu yeryüzünde bildiğimiz yaşam düzeni çöker. Dünya tarihinde defalarca böyle dönemler yaşanmış ve her çöküş sonrasında doğa uzun yıllar içinde tekrar yeni bir döngüye, dengeye varmış ve yeni yaşam türleri gelişmiştir. Neticede gitmekte olduğumuz yol doğru değil – bu yolda ilerledikçe bolluk, bereket, refahın da geleceği yok. İnsandan çok daha güçlü olan doğa, kendisine zarar verildikçe tepkisini artırıyor ve asıl bolluğun bu yol olmadığı konusunda sürekli bizleri uyarıyor.

Çözüm;

Bizleriz.

? Doğanın bir parçası olduğumuzu, ? Doğanın bizler için çok değerli hizmetler yürüttüğünü (temel yaşam kaynaklarımızı meydana getirir), ? Bu hizmetleri yerine getirebilmesi için doğal ekosistemlerin korunması, bozulanlarının iyileştirilmesi gerektiğini, ? Gelecek nesillere daha bereketli, canlı bir doğa, dünya bırakmaya gayret etmemiz gerektiğini, ? Doğa ile ahenk içinde, doğal kaynakları sürdürülebilir bir şekilde kullanarak, insanlık olarak sürdürülebilir bir yaşama doğru dönüşmemiz gerektiğini farketmeli ve Problemin bir parçası olmak yerine çözümün bir parçası olmaya hep birlikte çaba göstermeye başlamalıyız. Ancak artan sayıda insan farkedip, elinden geldiğince çaba göstermeye başlarsa umut yeşerecek, değişim/dönüşüm ihtimali artacak.

Dünyayı değiştiremem ama kendim ve ailem için faydalı şeyler yapabilirim.

Mutfağınıza temiz/doğal gıda temini ile başlayın, çevrenizde benzer düşüncedeki insanlarla organize olun, temiz gıda toplulukları meydana getirin. Kendi doğal gıdanızı ürettiğiniz bahçeler kurun – terasta, balkonda bile bahçecilik yapabilirsiniz. Kırsalda temiz gıda üretenleri destekleyin. Kırsalın geçimine destek olursunuz, kırsalda bu tür çalışmalar yapmak isteyenlere yeni imkanlar açılabilir.

Çaba gösterme niyeti olunca adım adım yapabileceğiniz birçok faydalı çalışma olduğunu göreceksiniz; ? Enerjinizi güneş ve rüzgardan üretip enerji sarfiyat ve maliyetlerinizi düşürebilirsiniz. ? Bir sonraki evinizi doğal yapı malzemeleri ve pasif solar tasarımla yapıp inşaat ve işletme maliyetlerini düşürebilir ve sağlıklı, keyifli yaşam alanları kurabilirsiniz. ? Atıkları dönüştürürken para da kazanabilirsiniz; solucanlarla değerli kompost gübre oluşturma işi gibi. ? Tüketici olmak yerine üretici, dönüştürücü olabilirsiniz.

Daha güzel günler için hep birlikte…

Sürdürülebilir Yaşam Anlayışını Yaygınlaştırmak için Yerelde Yapılabilecekler

Neden Doğa ile Ahenk içinde Sürdürülebilir Yaşam?

Gelecek nesillere yaşanabilir, bereketli bir yaşam alanı bırakabilmenin önemini öncelikle gençlerin kavramasında, bilmesinde büyük önem var. Bu nedenle gençlerin önayak olacağı çalışmalar da daha değerli olacaktır. Doğayı, doğal gıda elde etmeyi, sürdürülebilir yaşamın önemini daha ana okulundan itibaren anlatabilir ve türlü çalışmalarla gösterebiliriz.

Bahçecilik, yapabileceğimiz en önemli çalışmaların başında gelir. Balkonda, çatıda, toprağa eriştiğimiz her herde bahçecilik yapabiliriz. Kendi doğal gıdanı üretmek ayrıca:

  • Sağlıktır.
  • Spordur – vücut hareket eder.
  • Çalışkanlıktır.
  • Rahatlama, Huzurdur – pozitif enerji.
  • Bilgi ve beceri elde edersin.
  • Zor zamanlar için çok değerli bilgiler.
  • Toprağı, doğayı tanımaya başlarsın, değerini anlarsın.
  • Sürdürülebilir yaşam için ilk adımdır.
  • Eğer çok kişi yaparsa, dönüşüm olasılığı artar. İnsanlar bilinçlenir.

 

Okullarda bahçecilikle başlanabilir. Doğal bahçecilikte kimyasal gübreler, kimyasal böcek ilaçları kullanılmaz. Doğal üretim yöntemleri vardır, bahçelerde bereketi sağlamak için başarılı yol haritaları da mevcuttur. Öncelikle bahçecilik başta olmak üzere sürdürülebilir yaşam konularını içeren eğitimler almak gerekir. 2 günlük ‘Sürdürülebilir Yaşama Giriş’ kursu ile başlangıç yapılabilir (örnek kurs içeriği aşağıdadır). Kurs sonrasında küçük ölçekli bahçelerin kurulumuna başlanabilir. Bahçelerimizde yerel, doğal, ata tohumlarını kullanmaya özen gösteririz. Hatta bu tohumları kendimiz çoğaltarak sonraki yıllar için koruyabilir ve başkalarına da verebiliriz.

Bahçelerin kurulumu özveri, çaba, emek ister. Konunun önemini anlayan öğretmenler ve öğrenciler gereken çabayı gösterirler. Okul aile birliklerinden, yerel yönetimlerden maddi ve manevi destekler istenebilir.

Okul bahçelerinden bir sonraki adım ise ‘Topluluk Bahçesi’ olacaktır. Topluluk bahçesi:

  • Şehir içindedir
  • Erişilebilir, başlangıcı kolay, az masraflı
  • Tembelliği atıp çalışkanlık için
  • Vakfedilmiş bir toprak üzerinde bir grup insan kendi kaynaklarıyla bahçecilik yapar, gıdasını üretir.
  • Her yaştan insan: çocuktan-yaşlıya açıktır.

Çeşitli amaçlara yönelik topluluk bahçeleri oluşturulabilir:

Örnek alınabilecek 2 güzel çalışma:

2 yıl önce çiftliğimize gönüllü olarak çalışmaya gelen Robert Kolej coğrafya hocaları İstanbul’a dönüşlerinde sürdürülebilir yaşama ve permakültüre önem verilmesi ve yayılması gereğini hissettiler. Robert Kolejde İstanbul’un diğer bazı liselerini de davet ederek bir permakültür semineri düzenlediler. Konuşmacı olduğum bu seminere 13 okuldan 200 kadar öğretmen ve öğrenci katıldı. Seminer sonrasında permakültürü daha fazla öğrenme ihtiyacı doğdu ve bu 2 günlük Sürdürülebilir Yaşama Giriş Kursu’nun organize ettik. Kursta 80 üzerinde hoca ve öğrenciye permakültürü ve özellikle bahçeciliği anlattık. Kurs sonrasında okullarda permakültür kulüpleri kuruldu ve bahçe oluşturma çalışmaları başladı. Bazı öğrenciler okullarına sığamadılar ve yerel belediyelere gidip belediye arazilerinde ‘topluluk bahçeleri’ oluşturulması için taleplerde bulundular. Beşiktaş Belediyesi Robert Kolej öğrencilerine Ulus parkında bir yer verdi ve Aralık 2015’te topluluk bahçesinin ilk çalışması yapıldı. Kadıköy Belediyesi ise Saint Joseph Lisesi öğrencilerine Fenerbahçe parkında bir yer verdi. Şu anda öğrenciler bu bahçenin tasarımını yapıyor ve bahçenin ilk çalışması da Nisan 2016’da gerçekleşecek. Ayrıca bu Istanbul liseleri hep birlikte uluslarası bir organizasyona talip oldular. 2017 yazında dünya çapında birçok liseyi İstanbul’da ağırlayacaklar ve permakültürü, kendi meydana getirdikleri bahçeleri anlatacaklar, gösterecekler. (https://www.facebook.com/permakulturlise/)

2015 Baharında Bursa Osmangazi Belediyesi sponsorluğunda Bursa’da ‘Permakültür Tasarım Sertifika’ kursu verdik. 160 katılımcı 2 hafta boyunca kursu takip etti. Bu sayede permakültür Bursa’ya kazandırılmış oldu. Kurs sonrasında ilgili arkadaşlar Belentepe Çiftliği’nde tecrübe kazanmak üzere çalışmalara katıldı. Tanıştık, dost olduk, aile olduk. Mesajın önemini hisseden ve zaman ayırıp emek vermek isteyen bir grup arkadaşla şu anda 1500 m2’lik bir alanda topluluk bahçesi kuruyoruz. Birbirimizin bahçelerine gidip o bahçeleri daha bereketli hale getirebilmek için çalışıyoruz. Ayrıca kendimiz ve yakın çevremiz için temiz gıda temini üzerine çalışan bir ekip var. Sizlerin katılımı ile daha da büyüyecek ailemizle çok daha etkin ve faydalı çalışmalar yapacağımızı umuyoruz. (https://www.facebook.com/BursaPermakultur/)

Benzer çalışmalar yapmak isteyenler için olası yol haritası:

  • Konunun önemini kavrayın, yöneticilere anlatın, olası çalışma için destek isteyin.
  • Okulda veya herhangi bir toplantı salonunda bir tanıtım semineri organize edin.
  • Seminerdeki ilgiyi canlı tutabilmek için hızlıca bir kurs organize edin. Kursun sponsorluğunu okul aile birliği veya yerel yönetim yapabilir.
  • Kurs sonrasında hızlıca kendi bahçenizi oluşturabilmek üzere çalışmalara başlayın, yerelde destek arayın.
  • Daha fazla tecrübe kazanmak isteyenler Belentepe Çiftliği’ne gönüllü, stajyer olarak gelip çalışmalara katılabilirler.

 

Sürdürülebilir Yaşam Çalışmalarımız:

https://www.facebook.com/BelenTepeDogalYasamCiftligi/

www.umuduyesertelim.com/

Permakültür Nedir?

Permakültür veya ingilizcesi olan permaculture, 'permanent agriculture' yani 'kalıcı' ve 'tarım' kelimelerinin birleşmesinden geliyor.

Permakültür veya ingilizcesi olan permaculture, ‘permanent agriculture’ yani ‘kalıcı’ ve ‘tarım’ kelimelerinin birleşmesinden geliyor. Permakültürün isim babası ve permakültürü geliştiren kişi Bill Mollison’dur.

Bill Mollison 30’lu yaşlarında biyolog olarak Avustralya’nın ormanlarının, nehir ve haliçlerinin canlı sistemleri üzerinde çalışmalar yapmış. Doğadaki ekosistemler içinde tüm canlı türlerinin bir arada, bir dengede varolduklarını ve geliştiklerini gözlemlemiş. İnsan etkisinin en aza indirgendiği, kendi kendine gelişebilen ve aynı zamanda insanlara gıda sağlayan bir ekosistemin de pek ala tasarlanabileceğini farketmiş. Bu sistemi ilk olarak kendi çiftliğinde tasarlamış. Başarılı olduğunu gören komşuları da benzer sistemleri kurmak üzere Bill Mollison’dan destek istemiş. Böylece 50 yılı aşkın bir süredir devam eden ve tüm dünyaya yayılan Permakültür sistemi gelişmiş.

Bill Mollison dünyanın hemen her köşesinde permakültür tasarımları gerçekleştirmiş. Geçmişten gelen yerel tarım uygulamalarını, yerel bitki türlerini incelemiş; doğru ve etkili olan yöntemleri permakültür içine katmış. Permakültür hala gelişen ve dünyada hızla yayılan bir sistem olmaya devam ediyor.

 

 

Permakültür, sürdürülebilir yaşama doğru ilerlemek için çok etkili ve başarılı bir sistemdir. Özünde bugüne kadar dünyanın türlü bölgelerinde başarıya ulaşmış olan doğal yaşam ve üretim sistemlerinin bir sentezi bulunmaktadır.

Permakültürün en temel direktifi, kendimizin ve çocuklarımızın sorumluluğunu üstlenmek ve ekolojik, karbon ayak izimizi sıfırlamaktır. Permakültürün doğal sistemler etiğinde:

  • Dünyada geri kalmış doğal sistemlerin mevcut halleri ile koruma altına alınması ve bozulmaması;
  • Bozulmuş sistemlerin rehabilitasyonu, dengeli ve sürdürülebilir bir hale getirilmesi;
  • Yaşamımız için gerekli gıdayı sağlayacak gıda ormanlarının mümkün olan en az arazi kullanılarak kurulması;
  • Nadir ve nesli tükenmekte olan hayvan ve bitkiler için doğal koruma alanları oluşturulması yeralmaktadır.
  • Temeli sağlam etik değerlerden oluşan ‘permakültür’ ile sürdürülebilir yaşam sistemleri tasarlanır. Tasarımda gözönüne alınan önemli unsurlar:
  • Tasarlanan sistemler olabildiğince uzun ömürlü olmalı ve olabildiğince az emekle tasarlanmalıdır. En fazla fayda için en az değişimi yapmaya çalışılmalıdır.
  • Güneş enerjisi ile beslenen bu sistemler sadece kendi gereksinimlerini değil, sistemi tasarlayan insanların da ihtiyaçlarını karşılamalıdır.
  • Sistemleri kurarken enerji harcanır ancak sistemler ömürleri boyunca daha fazla enerjiyi depolamalı ve korumalıdır.
  • Doğa ile birlikte çalışılmalı, doğaya karşı çalışılmamalıdır.
  • Problem aslında çözümdür. Asıl önemli olan probleme nasıl baktığımızdır.

Permakültürle sürdürülebilir yaşam tasarımında fikirler, malzemeler ve stratejik bileşenler, tüm canlı sistemlerine fayda sağlayacak şekilde bir araya getirilir. Sistemin her bileşeni birden fazla fayda sağlayacak şekilde işlev görür. Tasarımın gerçekleştirileceği bölge ve yer ile ilgili gözlemler yapılır, yerel koşullar, kaynaklar, bitki sistemleri tespit edilir. Bu gözlem ve tespitler ışığında bölge ve sektör analizleri yapılır.

Enerji kaynakları olarak insanlar, makineler, atıklar, yakıtlar göz önüne alınır ve bunların kullanımları, erişimi için ‘Bölge’ler oluşturulur. En yakın bölge ‘sıfır bölgesi’dir ve kurulacak evin veya yerleşim alanının en yakınındaki, en sık ziyaret edilecek bileşenleri içerir. Mesela sıfır bölgesinde hergün ziyaret edilen sebze bahçesi, sera, tavuk kümesi, atölye v.b. bulunur. Bir sonraki ‘birinci bölge’de sık ziyaret edilen meyve, baharat bahçesi, balık, ördek, tavşan gibi sessiz, küçük hayvanların barınakları, su depoları bulunur. İkinci bölgede daha seyrek ziyaret edilen bağ, bahçe, koyun, keçi veya büyükbaş hayvan barınakları, göletler, teraslar bulunabilir. Bu şekilde doğal orman, mera veya benzer doğal ortamların bulunduğu beşinci bölgeye kadar bölgesel tasarım yapılır.

Ardından zonlar belirlenir. Güneş, ışık/aydınlık, rüzgar, yağmur, su akışı, yangın gibi doğanın vahşi enerjileri gözönüne alınır. Yaz ve kış boyunca arazinin güneşlenme durumuna göre ev ve diğer binaların konumları ve tasarımları planlanır. Yazın aşırı güneşin binayı aşırı ısıtması önlenir; kışın ise kış güneşinin binanın pencerelerinden içeriye girerek binayı ısıtması sağlanır. Serinleten yaz rüzgarları ile üşüten kış rüzgarlarının hangi sektörlerden estiği belirlenir. Rüzgar hızını kesecek ağaç türleri bu sektörlere göre dikilir. Yağmur suyunu tutacak ve yönlendirecek sistemler tasarlanır. Sel riski olan zonlar belirlenir, seli engelleyecek önlemler alınır. Orman yangını riski varsa, yangın zonları belirlenir ve yine önlemler alınır. Permakültürde toprağı zenginleştirmek çok önemlidir, ama ilk iş olarak suyu tutmak ve akıllı kullanmak gereklidir. Arazi eş yükselti eğrilerine paralel olacak şekilde su hendekleri kazarak yağmurlu dönemlerde suyun araziden aşağıya akıp gitmesi önlenir, hendeklerde kalır. Hendeklerde takılan su, tıpkı süngerin suyu çekmesi gibi, toprağın içlerine işler. Derinlere kadar suya doyan toprak, bu suyu kurak zamanlarda bitkilerin ihtiyacına sunar.

Su hendeklerinin hemen yanında gıda ormanı kurulur. Hendekleri kazma işi biter bitmez önceden planlanmış ve hazırlanmış olan 20-30 çeşit bitki türü bir arada, aynı anda hendeklerin yanına ekilir. Baklagil türü bitkiler toprağı doğal olarak gübrelerken, diğer bazı bitkiler toprakta azot düzenleyici olarak vazife yapar Ayrıca hem erozyon önleyici, hem de zararlı otların çıkmasını önleyici vazifeleri vardır. Faydalı böcekleri çekecek çiçekler, kokuları ile zararlı böcekleri uzak tutacak bitkiler, diğer bitkilerin gelişmesine destek olanlar, sebzeler, meyveler hep bir arada dikilir. Zararlı böcekleri yiyen kurbağalar, kertenkeleler, kuşlar, uğur böcekleri buralarda yaşam alanları bulur.

Hendek civarında kendi kendini geliştiren ufak bir ekosistem, bir ‘Gıda Ormanı’ oluşur. Bu gıda ormanı bir yandan türlü ürünler verirken öbür yandan da yakınındaki diğer bitkilerin gelişmesini destekler. Gıda ormanı hem rüzgarı keser, hem aşırı sıcakta gölge ve serinlik yapar, hem de gıda ormanındaki faydalı canlılar, diğer bitkileri zararlılardan korur. Permakültürde birden fazla fayda ve iç içe geçmiş işlevler bulunur. Su hendeklerinin çevresine yerleştirilecek tavuk, kaz veya ördekler bir yandan gıda ormanından beslenirken diğer yandan zararlı böcekleri yerler ve dışkıları ile hendekleri gübrelerler. Suyla toprağa karışan bu gübre bitkileri besler. Elde edilecek doğal yumurtalar ve lezzetli et te ayrı bir katma değerdir. Gıda ormanı tabanındaki yonca, fiğ, korunga, çayır üçgülü gibi baklagil bitkiler toprağı doğal olarak gübrelerken, aynı zamanda yem bitkileri olarak koyun, keçi, inek beslemeyi de mümkün kılar.

İyi tasarlanmış bir gıda ormanının çok yönlü katma değerleri sayesinde verim de yüksek olur ve bir gıda fazlalığı yaşanır. Bu gıda fazlalığı ek gelir demektir; eğer bu gerçekleşmiyorsa, gıda ormanı doğru tasarlanmamış demektir.

Mono tarımda dönümlerce tek bir bitki türünün ekilir. Doğal ekosistem yokedildiğinden, toprağa gerekli besin maddelerinin kimyasal gübrelerle verilmesi, toprağın çapalanması ve zararlı böceklere karşı da kimyasal ilaç kullanılması gerekir. Bütün bu işler için tarım makineleri kullanılır, fosil yakıt tüketilir; kimyasal gübreler ve böcek ilaçları da fosil yakıtların yan ürünleridir. Bitkilerin dirençleri de düşük olur ve sürekli bakım, destek isterler. Toprağın doğal yapısı tamamen bozulduğundan sellerde bu tür topraklar akıp gider; erozyon artar, ülke çölleşir.

İyi tasarlanmış bir gıda ormanı ise dirençlidir. Aşırı soğuktan, sıcaktan, kuraklıktan, sellerden çok daha az etkilenir; modern mono tarımla arasındaki en belirgin farklardan biri budur. Gıda ormanı içindeki eko sistemde tüm canlılar birbirlerini destekleyecek ve geliştirecek şekilde varolurlar. Bir felaket geldiğinde bu ekosistemin belki bir kısmı etkilenir ve bazı canlılar ölebilir, ama sistemin geneli ayakta kalır.

Gıda ormanının bu özelliği, binaların ayakta kalma prensibine çok benzer. İnşaat mühendisleri binaların tasarımında benzer bir yaklaşım uygularlar. Dört ayaklı bir masa düşünün. Ayaklardan birini keserseniz, belki üç ayakla yıkılmadan kalabilir ama birini daha keserseniz, iki ayakla yıkılması kaçınılmazdır. Binaların ayakları ‘kolon’ lardır. Depremde binalar yıkılmasın diye çok sayıda sağlam kolonlar kullanılır. Ne yaptığını bilen bir inşaat mühendisi binayı öyle tasarlar ki, çok büyük bir depremde bazı kolonlar hasar görse bile, kolonların çoğu ayakta kalabilsin ve binada hasar olsa dahi bina yıkılmasın, can kaybı yaşanmasın. Ayrıca çok sayıda kolon da yeterli değildir. Sağlam zemine oturmuş, sağlam temelli, sağlam yapıda kolonların olması gerekir; kaliteli demir, beton, kum doğru oranlarda ve doğru şekilde kullanılmalıdır. Tıpkı gıda ormanı yapısındaki gibi: zengin ve yeterli su almış toprak üzerine birbirine destek olan, doğru tasarlanmış, çok sayıda bitki yerleştirilir ve yüksek direnç elde edilir.

Permakültürde toprağı zenginleştirmek çok önemlidir. İlk iş olarak kompost gübre yapılır. Kompost gübre, hayvan dışkıları ile ‘malç’ denen biçilmiş, öğütülmüş odun parçacıkları ve yeşil bitki karışımıdır. Kompost, besin ve mineral olarak çok zengin bir gübredir.

Malçın, yani ufalanmış ağaç dallarının birçok faydası vardır. 1970’lerde Fransa’nın güneyinde Akdeniz kıyılarında Provans bölgesinde yaşamış olan Jean Pain malç ile çok etkileyici çalışmalar yapmıştır. Malç bir yığın halinde toplanıp, üstü yaprak, toprak veya kumla örtüldüğünde, yaz ortamında 3 ay içinde ‘törf’e dönüşür. Törf, bitkilerin köklerine gübre olarak atılır. Erken baharda sebze ekilecek toprak 10 santim kalınlığında malç ile kaplanır ve yazın toprağın su kaybetmesini, zararlı otların gelişmesini önler. Yağan bahar yağmurları ile malç yavaşça çürüyüp gübreye dönüşür. Yazın seksen gün boyunca yağmur yağmadığı ve hiç sulam, gübreleme yapılmadığı halde domates, biber, patlıcan gibi sebzelerde bol verim alınır. Sulama gerekmediği için insan emeği de daha azalır.

Eğer orman kenarında yaşıyorsanız ve ormandan bol miktarda kırık dal bulabiliyorsanız, o zaman bunları malç yaparak üç metre yüksekliğinde, beş-altı metre çapında büyük bir yığın haline getirebilirsiniz. Bu yığının göbeğine plastik sulama boruları yerleştirin. Birkaç gün içinde yığının içinde yetmiş dereceye çıkan sıcaklıklara ulaşılır ve bu sıcak ortam aylarca devam eder. Evinizin sıcak su ihtiyacını, hatta evinizin veya seranızın kışın ısıtma ihtiyacını böylece karşılayabilirsiniz. Bahar geldiğinde, bu malç yığını törfe dönüşmüştür ve bu törfü gübre olarak kullanabilirsiniz. Ayrıca bu büyük malç yığınının içine bir va

ril yerleştirerek ve bu varilden dışarıya bir boru uzatarak, yığından çıkan metan gazını depolamak ve ocakta kullanmak ta mümkündür. Permakültür çalışmalarında hendekler kazıldıktan ve bitki tohumları atıldıktan sonra kazılı toprağın üstü malçla kaplanır. Eğer malç yoksa, saman da kullanılabilir. Tavuk tüneklerinin altına malç yayılır. Tavuk gübresi, malç ve ev artıkları karıştırılarak kompost gübreye dönüştürülür. Sterilize edilmiş malç içinde mantar yetiştirilir. Çamurlu patikalarda ayaklar çamurlanmasın diye yola malç serilir. Çevresi malç ile kaplanmış ağaç köklerinin görüntüsü de daha güzeldir.

Hendek açıp gıda ormanı kurmanın yanında, diğer faydalı bitkilerin köklerini malçla kaplamak hem su kaybını, hem de zararlı otların gelişmesini önleyecektir ve zamanla gübreye dönüşerek üzüm köklerini besleyecektir.

Permakültürün doğru ve etkili uygulanması ile yerel iklim koşulları dahi oluşturulabilir. Örnek olarak Avusturya’nın Alp Dağları’nda permakültür prensipleri ile arazisini tasarlamış olan Sepp Holzer, 1000 metreden daha yüksek kotlarda limon ve üzüm yetiştirebilmektedir. Sepp Holzer arazisini ilk devraldığında arazisinde su kaynağı yoktu. Hendekler açarak suyu tuttu, göletler yaptı. 45 hektarlık arazisinde zaman içinde 70 gölet oldu. Bu göletler yerel iklim oluşturarak daha çeşitli mahsul almanın yanında, doğal olarak bol miktarda balık üretiyor ve evinin elektrik enerjisini de sağlıyor.

Permakültürün faydaları arasında:

  • Bozulmuş doğanın, toprağın yeniden canlandırılması;
  • Gıda ormanları ile ihtiyaç olunan besinlerin doğal yollardan, az emekle üretilmesi;
  • Doğayı bozmadan, kirletmeden ihtiyaçtan daha fazla ürün alınabilmesi ve bu ürünlerin artan insan nüfusunu beslemede kullanılabilmesi
  • İhtiyaç olunan enerjinin önemli kısmının üretilebilmesi ve fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılması;
  • Çok daha güzel, doğal bir ortamda yaşayabilme, çok daha anlamlı ve keyifli bir hayat sürebilme imkanı vardır.

Permakültürün yaygınlaşmasının çok yönlü faydalar doğuracağı aşikardır. Hükümet ve yerel yönetimlerin permakültür çalışmalarını desteklemeleri, hatta koordine etmelerinde fayda vardır.

Bir taraftan işsizlik gün geçtikçe büyüyen bir sorun olmaya devam ederken öbür taraftan da ülke gittikçe çölleşiyor, ülkenin biyokapasitesi düşüyor. Şehirleşmenin, işsizliğin önüne geçebilmek ve ayrıca ülkenin biyokapasitesini de yükseltebilmek için kırsalda permakültür çalışmaları teşvik edilmelidir. Ülkenin farklı doğa ve iklim koşullarına göre tipik permakültür sistem ve uygulamaları geliştirilebilir ve bu sistemler o bölge insanına öğretilebilir. Şehirden kırsala geri göç etmek isteyenlere bu permakültür uygulamaları için destekler, gerekirse araziler verilebilir.

Çölleşmeye karşı orman dikimi çalışmalarının hemen hepsinde bir bölgeye bir veya birkaç farklı cins ağaç türü topluca dikilir. Permakültür açısından bu pek doğru bir yaklaşım değildir çünkü bu tür çalışmalarda çoğu zaman güçlü bir ekosistem yeniden kurulamaz veya kurulması daha uzun zaman alır. Bazı durumlarda tek tip dikilen ağaçlar toprağın yapısını da bozabilir; mesela sadece çam türleri dikilirse toprak gittikçe asitleşir, başka bitkilerin gelişmesi zorlaşır. Bu tür ormanların aşırı yağışlara ve toprak kaymalarına karşı dirençleri de daha düşük olur. Permakültürle orman oluşturmada ise ilk adım suyu tutmaktır. Yağmur mevsiminde suyu tutmak ve toprağa iyice işlemesini sağlamak için hendekler açılır. Hendekler civarına birbirlerini destekleyen, yerel koşullara uygun bir grup bitki topluluğu hep birlikte ekilir, dikilir. Böylece kendi kendine gelişebilen bir ekosistem meydana gelir. Permakültür sistemi ile oluşturulan ormanlar diğerlerine göre çok daha dirençli olurlar ve çok daha kısa sürede gelişirler.

Doğal tarımın öncülerinden Fukuoka’nın buluşlarından biri tohum topağıdır. Bitki tohumları önce toprak çamuruna bulanır, kurutulur. Ardından birkaç kez kil çamuruna bulanır ve ufak bir topak haline gelir. Bu topaklar, açılan hendeklerin etrafına elle serpiştirilir. Sert ve kuru kil topak içindeki tohumlar yağmur mevsimine kadar fare ve kuşlardan korunurlar; ortam çimlenmeye uygun olduğunda filizlenirler. Hendekler suyu tuttuklarından, hendek etrafındaki bitkilerin de hayatta kalma şansları yüksek olur. Topak haline getirilecek tohumlar arasında korunga, alfalfa, yonca, çayır üçgülü gibi baklagil bitkileri ile hem toprağın doğal olarak gübrelenmesi hem de yabani otlara karşı toprağın korunması sağlanır. Baklagil bitkilerin köklerinde bitki ile simbiyotik yaşam içinde olan ‘rizobia’ bakterileri bulunur. Bu bakteriler azot yapıcıdır ve toprağı doğal olarak gübrelerler. Hendek kenarlarına dikilecek ağaç fidanları arasında akasya, mimoza, keçi boynuzu, erguvan gibi yine baklagil ağaçlar bulunur ve bunlar da diğer birçok faydaları yanında, toprağı gübrelerler. Ufak bir alanda yapılacak deneme ile, aradan bir yıl geçtikten sonra hayatta kalan bitkiler, o yerel bölgede hangi bitki türlerinin daha etkili olacağını göstermiş olacaktır.

Fukuoka’ya göre çöller yağmur olmadığından değil, yeşil bitki örtüsünün yokolmasından dolayı meydana gelmektedir. Bir kez yeşilliği sağlayınca, yağmurlar da geri dönecektir. Keza, çölde baraj yapmak ta aslında hastalığın belirtilerini tedavi etmek için bir çabadır ama yağmuru arttırabilmek için doğru strateji değildir. Öncelikle ormanları geri getirebilmeliyiz.

Yıllar boyunca modern tarımla, kimyasal gübre ve ilaçlarla doğal yapısını ve bereketini kaybetmiş toprakları da ‘biyo gübre’ ile yeniden canlandırmak mümkündür. İçinde zengin mineraller ve faydalı bakteriler bulunan biyo gübreler su ile karıştırılarak toprağa verildiğinde toprak tekrar canlanır, doğal döngüsüne kavuşur.

Şehirlerde de permakültür çalışmaları yapılabilir. Balkon ve çatılarda gıda üretilmesi, boş alanların gıda üretimi için yeniden tasarlanması, temiz enerji üretilmesi, atıkların değerlendirilmesi, mevcut binaların enerji tüketimlerinde tasarruf, suyun idareli kullanımı ve temizlenmesi gibi birçok çalışma permakültür altında toplanıp, koordine edilebilir.

Özetle aslında yapılması gereken, insanların temel ihtiyaçlarını, doğal yöntemlerle kendilerinin üretmelerini, karşılamalarını teşvik etmek olmalıdır. Permakültür bu yönde çok iyi bir yol göstericidir.

Sürdürülebilirlik Nedir?

Sürdürülebilirlik...

Bazı kelimelerin öyle bir ağırlığı vardır ki, tam olarak tarif etmek için ansiklopediler yetmeyebilir. “Sürdürülebilirlik” te böyle bir kelimedir. Öncelikle özünü kavrayalım: hepimiz insanlığın yaşamını devam ettirebilmesi, sürdürebilmesini isteriz; çocuklarımızın, gelecek nesillerin de en azından bizim kadar veya bizden daha iyi bir yaşam sürmelerini diler ve bunun için çabalarız.

Bir şeyi sürdürebilmek için, o şeye gerekli değeri göstererek, bütünlüğünü korumaya çalışırız. Eğer insanoğlu ve insan kültürüne değer veriyorsak, bunların sürdürülebilirliği için çabalamamız gerekir. Eğer bu konuda hem fikir olursak, akla “neyi sürdürmeliyiz?” sorusu gelir. Günümüz küresel sistemi sürdürmek mümkün değildir çünkü kaynakları tüketiyor, doğayı yokediyor ve birçok sosyal problemler üretiyor. Bu nedenle hem fiziksel olarak hem de sosyal olarak sürdürülebilir bir toplum vizyonu oluşturmak gereklidir. Bu toplumun yapısı, insanlığın tüm etnik ve kültürel spektrumu tüm çeşitliliği ile yeralmalı ve ayrıca insanlığın gelişmesi ve değişmesine de izin vermelidir.

Problem şu ki, yaşamlarımızı sürdürebilmemiz için gereken malzemeler ve enerji sınırsız bir kaynaktan gelmiyor. Dünyanın ve doğanın sınırları var. İnsanoğlu olarak seçtiğimiz teknolojik ve toplumsal büyümede izlenen bazı yollar mümkün olmayabilir. Kaynak akışındaki kısıtlamaları göz önüne alarak, sürdürülebilir bir gelecek için daha uygun bir şekilde kullanabilmeliyiz. Mevcutta kısıtlı kaynakların çoğu, insanlığın küçük bir yüzdesinin lüks içinde yaşaması için harcanıyor.

İnsanoğlunun %1’i toplam zenginliğin %40’ını elinde tutarken; insanoğlunun en fakir %50’si ise toplam zenginliğin sadece %1’ine sahip. Dünya nüfusunun yarısı, Birleşmiş Milletler’in tanımladığı fakirlik çizgisinin altında (günde $2 USD altında bir gelirle) yaşıyor. Uzun vadede bu şekilde aşırı zenginlik ve aşırı fakirliğin sürdürülebilmesi sosyal ve etik olarak mümkün değildir.

Sürdürülebilirliğin çevresel, sosyal ve ekonomik boyutları vardır ve bunların hepsinin bir arada sürdürülebilmesi gereklidir.

“Sürdürülebilirliği” bir bütün olarak algılamadığımız ve yaşamadığımız sürece sürdürülebilir bir yola da giremeyiz. Bireyler ve toplum olarak sürdürülebilir yaşama geçmemiz için büyük fedakarlıklar ve değişiklikler yapılması da kaçınılmazdır. Öncelikle insanoğlunun bu yeryüzündeki varlığının ekolojik, sosyal ve psikolojik sınırları olduğunu görmemiz ve kabul etmemiz gerekir. Küresel ekosistemin devamı, dünyanın ve tüm canlıların geleceğinin sorumluğu insanoğlunun omuzlarındadır; işte bu nedenle değişmekten başka seçenek te yoktur. Sürdürülebilir bir dünya için zorunlu maddeler:

  • Sürdürülebilir bir toplumda fiziksel büyüme olmadan, yani materyal ve enerji kullanımında, nüfusta artış olmadan gelişme sağlanabilmelidir.
  • Nüfus belli bir seviyenin altında tutulmalıdır ve bu seviye de büyük ihtimalle, günümüz dünya insan nüfusunun daha altında olmalıdır.
  • İnsan başına düşen enerji ve materyal tüketimi de şu anda endüstrileşmiş ve kuzey ülkelerinin tüketimlerinden daha az olmalıdır.
  • Tüm enerji kaynakları yenilenebilir olmalıdır;
  • Tüm materyaller de geri dönüştürülebilir olmalıdır.
  • Sınırlı kaynaklar kullanıldığı halde; materyalistik olmayan kültürel, sosyal ve bireysel gelişme için de sınırsız potansiyel ve imkanlar sunulmalıdır.

Böyle bir toplum çok zor ve uzakta görünse de hala değişebilme ve kötü gidişatı düzeltebilme şansı varken bu olasılıkları araştırmamız ve bu yönde yol almaya başlamamız çok önemlidir. Endüstri Devrimi Sonrasında, Sürdürülebilirlik Yolunda İlk Adımlar:

1800’lerin başlarında endüstri devrimi ile insanoğlu tarım toplumundan endüstri toplumuna adım atıyordu. Belli bölgelerde fabrikalar yoğunlaşıyor ve fakir halk iş için bu bölgelere akın ediyordu. Fabrikalarda iş koşulları çok zordu, işçiler köle gibi kullanılıyor, neredeyse karın tokluğuna, çok uzun saatler çalıştırılıyordu. Fabrikaların olduğu bölgelerde çevre kirliliği de başgösterdi. Fabrika dumanları havayı solunamaz hale getirdi, fabrika atıkları nehirleri, toprağı kirletir oldu. Endüstri devrimi ile insanoğlunun doğadan kopmaya başlaması ve doğaya büyük zararlar vermeye başlaması, bazı düşünürlerin “insan ve doğa ile ilişkisini” sorgulamalarına neden oldu.

Ralph Waldo Emerson, 1836’da yazdığı Nature (Doğa) adlı kitabında doğayı bir yön belirleyici, ruhu yansıtan bir ayna olarak tanımladı. İnsanın doğa ile ilişkisini 7 dalda tanımladı: hammadde, güzellik, dil, disiplin, idealizm, ruhlar ve umutlar; bunların herbiri bireyin sezgisini ve fikirlerini etkiler. Emerson’un doğal dünya tanımı, arkadaşı Henry David Thoreau’nun fikir ve yaşantısından etkilenmiştir. Thoreau bir göl kenarında, orman içinde ufak bir kulübede yaşamayı seçmiştir ve bu yaşantıdaki doğa gözlemleri özgürlüğün ve bireyselliğin güzelliklerini anlatır. Thoreau’nun anlatımıyla “Ormanda yaşamayı seçtim çünkü bilinçli yaşamak istedim. Hayatın sadece elzem olaylarıyla yüzleşmek ve hayatın bana öğreteceklerini öğrenebilir miyim diye görmek istedim. Öleceğim zaman da aslında hiç yaşamadığımı farketmek istemedim.”

Thoreau ve Emerson’un çalışmaları, doğanın aslında bir öğretmen gibi bizlere dersler verdiği düşüncesinin yayılmasını sağladı. Benzer düşünceleri paylaşan John Muir, ormanlar ve tatlı su gibi doğal kaynakların korunması gerekliliğini belirtti. Vahşi doğanın, doğada yapılan aktivitelerin insan ruh haline pozitif etkilerini anlattı. John Muir’den etkilenen A.B.D. başkanı Theodore Roosevelt, çeşitli doğayı koruma programlarını hayata geçirdi. Muir ve arkadaşları “Sierra Kulübü”nü kurdular. Sierra Kulübü, günümüze kadar gelmiş ve kendini doğanın korunmasına adamış bir topluluktur.

Muir’den sonra 1940’larda Aldo Leopold doğanın sadece bir öğretmen olmadığını ve direkt olarak varlığımızı etkileyen bir ekosistem olduğunu belirtti. Leopold’e göre doğayı korumak, çevreye saygıya dayalı bir ahlaki yaklaşım gerektiriyordu. 1949’da yayınladığı “Toprağın Etiği” başlıklı makalesinde, “Etik, yeni ve karmaşık ekolojik durumları karşılayacak bir kılavuzdur. Sosyal çıkarlar, bireysel çıkarlardan önde gelmelidir. Etik, toplumsal bir içgüdü gibidir.” Bu sözlerden bu yana 60 yıldan fazla geçse de hala sürdürülebilirlik için önemini korumaktadır.

Rachel Carson’un 1962’de yazdığı “Sessiz Bahar” (Silent Spring) kitabı, toplumun her seviyesinde şok etkisi yaptı. Carson kitabında kimyasalların ve böcek ilaçlarının doğadaki canlılar üzerindeki kötü etkilerini anlattı. Kimyasallar balıklar, kuşlar, kurbağalar, insanların vücutlarında birikiyor ve vücudun doğal dengesini bozuyor, bazen de canlıların topluca ölümlerine neden olabiliyordu. Yerel yönetimler ve hükümetler bu tehditleri gözardı edemedi ve ekosistemi koruma için bir dizi önlemler alınmaya başlandı.

Bu ilk liderler sayesinde 4 önemli konu belirginleşti:

  • İnsanoğlu ile doğa arasında önemli ruhsal bir bağ vardır
  • doğadaki tüm canlılar arasında, insanlar dahil olmak üzere, bir biyolojik bağlantı vardır -> tüm canlılar birbirine bağlı olarak yaşamlarını bir dengede sürdürürler
  • İnsanoğlu’nun doğaya kötü etkisi giderek artıyor ve bu durum artık ciddi bir hale geldi
  • Çevre ve doğa eylemciliğinin temelinde “etik” yeralmalıdır.

Sürdürülebilirlik, küresel durumların hızla değişmesi ve zorlaşması ile daha önemli bir hale geliyor:

  • Hayatlarımız süresince dünya nüfusunun 2’ye katlanmasına tanık olan ilk nesil bizleriz
  • Önümüzdeki 30 saat içinde doğacak bebekler, Endonezya depremi ve tsunamisinde ölen 250 bin insanın yerini dolduracak
  • Önümüzdeki 50 yıl içinde mevcut 6.6 milyar insan nüfusuna 3 milyar daha insan eklenecek
  • Bu yüzyılın ortasında, beher birey başına düşecek olan kaynaklar en az yarı yarıya azalacak
  • Endüstri devriminden sonra makineleşme ve günümüzdeki robotlaşma nedeni ile işçilere olan ihtiyaç gittikçe azalıyor. Artan nüfus ta eklenince işsizlik hızla artıyor. Her hafta 1.4 milyon insan iş ve aş umudu ile kırsaldan mega şehirlerin kenar mahallelerine akın ediyor.
  • Dünya insan nüfusunun yarısı, 3 milyar insan günde $2 altında para kazanabiliyor ve açlık sınırında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor.

Mevcut sosyal sorunların çözümü için daha fazla küresel ticaret ve ekonomik büyümeyi tavsiye eden uzmanlar haklı olsaydı, durum daha kötüye gitmezdi. Son 25 yıl içinde dünya çapında ticaret ve ekonomik büyüme hızla arttı ama fakirle zengin arasındaki fark azalacağına, daha da arttı. Endüstriyel kapitalist sistem küçük bir kitle insanı inanılmaz zengin kılarken, insanların büyük kısmı daha da fakirleşiyor. Çoğu zaman ticari malların değeri insan hayatından daha fazla.

  • Fabrikalar çevreyi kirletiyor
  • doğa yokoluyor
  • denizler kirleniyor
  • hastalıklar artıyor
  • Fabrika, ev ve ulaşım araçlarında yakıt yakarak havaya atılan sera gazları küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine neden oluyor
  • Bazı yerlerde aşırı yağışlar, seller, toprak kaymaları oluyor
  • Bazı bölgeler kuraklaşıyor, çölleşiyor
  • Ekosistemler bozuluyor, bazıları yokoluyor ve canlılar ölüyor veya başka bölgelere göç ediyorlar

Artan insan tüketimi doğal kaynakları da tüketiyor:

  • petrol azalıyor
  • ormanlar azalıyor
  • balıklar azalıyor
  • temiz su azalıyor, yeraltı suyu azalıyor
  • Devlerin ve inanılması zor sayıların zamanında yaşıyoruz:
  • Sadece bir günde yeraltından çıkarılan petrol, 85 milyon varildir ve bunun tamamını da bir günde tüketiyoruz.
  • Bir günde 13 milyar kilo kömür yakıyor ve havaya büyük oranlarda zararlı gazlar salıyoruz
  • Geleneksel yaşam alanından göç etmiş ve iş aramak üzere yollara düşmüş, evsiz 100 milyon insan var
  • Tek bir şirket, Wal-Mart, 1.8 milyon kişi çalıştırıyor
  • Exxon-Mobil firmasının 2006 yılı karı 40 milyar dolardır; bu para ile, temiz suya erişimi olmayan 1 milyar insana sürekli kullanabilecekleri temiz su verilebilir.
  • Denizlerdeki büyük balıkların %90’ını tükettik
  • Bill Gates’in 6 dönümlük evinin değeri 100 milyon dolardır.

Şaşırmamak gerek, insanlar böyle büyük rakamlardan bir anlam çıkaramıyor ve birçok bilgiye, olaya kayıtsız kalabiliyorlar. Ancak araştırmacıların ve bilim adamlarının tesbitleri artık tehlike çanlarının çaldığını ve çok geç olmadan mutlaka birşeyler yapmak gerektiğini gösteriyor:

Fosil yakıtlarının kullanımı, havaya salınan sera gazlarının ve özellikle karbondioksit (CO2) oranlarının artmasına neden oldu. 1950′ lerde iklim bilinci Charles Keeling havadaki CO2 oranlarını ölçmeye başlamıştı ve zaman içinde CO2 oranını gösteren grafik oluştu ve buna Keeling eğrisi dendi. Bu grafiğe göre 1950′ lerde milyonda 315 oranındaki CO2, 2000’lerde 370′ e yükselmiştir. Sera gazları bu oranlarda artmaya devam ederse;

  • İklimler daha hızlı değişecek, toprak kayması, sel, kuraklık gibi felaketler daha yaygın görülecektir
  • Kutuplardaki buzullar eriyecek ve deniz seviyesi yükselecek, kıyı şehirler kısmen veya tamamen su altında kalacaktır
  • Ekosistemler etkilenecek, ya değişiklik gösterecek ya da çökerek yokolacaktır.

Örnek olarak, denizlerdeki mercanlar ısı değişikliklerine duyarlıdır ve deniz suyu ısınınca ölürler. Mercan ölümleri o bölgedeki tüm ekosistemin çökmesine yol açar. 2002 yılında mercanlar üzerine araştırmaları olan 17 bilimadamının birlikte hazırladıkları, Science dergisinde yayınlanan makalede, böyle giderse 2030’a gelindiğinde mercanların büyük ölçüde zarar görecekleri ve 2050’ye gelindiğinde ise, en korunan mercanların dahi toptan yokolacağı uyarısı yapıldı. Deniz suyu sıcaklığının 1 oC artması, mercanların %82’sini ağartır. Deniz suyu sıcaklığının 3 oC artması ise tamamen ölmeleri demektir.

Artan sıcaklıklar doğal dengeyi de bozuyor. Doğa gözlemcilerinin ve bilim adamlarının yıllarca tuttukları kayıtlara bakıldığında bbitki, böcek ve hayvanların yaşam alanlarıdeğiştirdiklerini görülüyor. Canlı türlerinin önemli bir kısmı her on yılda bir 6 km kadar kutuplara göç etmeye başladı çünkü mevcut yaşam alanları gittikçe daha da ısınıyor; doğal denge bozuluyor ve zoraki olarak daha serine kaçıyorlar. Aynı şekilde canlı türleri, dağların alt yamaçlarından yükseklere doğru göç ediyor.

Karides benzeri olan kriller, kutuplardaki yaşam için hayati derecede önemlidir. Penguenler, foklar, balinalar bu krillerle beslenir. 1976’dan sonraki 10 yıl içinde %40 düşüş meydana geldi. Bu da krille beslenen diğer canlıların azalmasına neden oluyor. Krill’ in yerini salp adı verilen bir tür ufak deniz anası alıyor. Bu deniz analarının ise besin değeri yok, diğer canlılara faydası da yok! 30 yıl öncesine göre penguenlerin sayısında ise %50 azalma var.

İtalyan çevre uzmanları, Akdeniz’de su sıcaklığının 27 dereceye çıktığını ve son 3000 yılın en yüksek düzeyine ulaştığını açıkladı. Bu sıcaklığın tehlike sınırında olduğunu ifade eden uzmanlar, bazı canlıların bu ortamda hayatta kalamadıklarına dikkat çektiler.

Kutba yakın bölgelerde buzullar eriyor. Önceden karla kaplı tundralar yeşermeye başlıyor. Ormanlar tundralara gelecek ve çoğalacak. Beyaz kar örtüsüyle kaplı geniş alanlar güneş ışınlarını yansıtır. Kar kalkınca koyu renkli bitki ve ormanlar güneş ışınlarını yansıtmayacak ve küresel ısınmayı daha da arttıracak.

Grönland adası tamamen buzullarla kaplıdır. 2002 yılında Kuzey kutbu buzulları ve Grönland buzullarının 1.000.000 km2 alanı yokoldu. Bu şimdiye kadar kaydedilmiş en büyük küçülme oldu. 2004 yılında yapılan araştırmalar, Grönland buzullarının önceki düşünülenden 10 kat daha hızlı eridiğini gösterdi.

Mevcut durumun sürdürülebilir olmadığı ve insanlık olarak hızla bir felakete doğru sürüklendiğimizi gösteren çok veri var. Bu sitenin bir amacı da bu verileri herkese duyurmak ve bilinçlendirmektir.